top of page

“Ne burada namus var, ne yukarda kurt” - La Loba & Sibel

  • Puder'in Torunu
  • 21 Kas 2021
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 1 Oca

Kurtlarla Koşan Kadınlar'ın ilk masalı La Loba -"kurt kadın" tüm kadınlara sesleniyor o ilk adımda. Yönetmenliğini ve senaristliğini Çağla Zencirci ile Guillaume Giovanetti'nin yaptığı, Damla Sönmez'in filme de adını veren Sibel karakterine yaşam verdiği bu muhteşem yapımı, Kurtlarla Koşan Kadınlar ekseninde inceledim. Şayet çoğu şey bir gün onu anlayacak kişiler tarafından görülmek için oradadır, doğru zaman ve doğru bakışı beklerler. Dünyayı değiştiren, çoğunlukla bu bakma ve görme eylemleridir.

Damla Sönmez'in Sibel filminden yakın çekim
“Hepimiz yola çölde bir yerde kaybolmuş bir kemik yığını, kumun altında yatan dağınık bir iskelet olarak başlarız. Bizim işimiz geçmişi yeniden gün yüzüne çıkartmaktır. Ancak gölgeler yerli yerinde olduğunda en iyi şekilde gerçekleştirilebilen, zahmetli bir süreçtir bu, çünkü uzun uzun bakmayı gerektirir. La Loba bize neye bakmamız gerektiğini gösterir; tahrip edilemeyen hayat kuvvetine, kemiklere bakmamız gerektiğini öğretir.”

La Loba, yani “Kurt Kadın”, Kurtlarla Koşan Kadınlar’ın ilk masalı, erginlenmenin ilk adımı. La Loba kemik toplar -özellikle de kurt kemiklerini- ve onları koruyup saklar. Tüm iskelet bir araya geldiğinde ise onları dizer, ateşin yanına oturur ve hangi şarkıyı söyleyeceğini düşünür. La Loba’nın şarkısı başladığında kemikler bir araya gelir, ete kemiğe bürünür, canlanır. O devam ettikçe kurt gözlerini açar, ayaklanır ve koşmaya başlar. Yolun bir yerinde kurt artık bir kadındır, koşarken kahkahalar atar.


Kemikler, arketipsel olarak yok edilemeyeni, “tahrip edilmez ruh tinini” temsil eder. “Ruhu çökertebilir ve eğebilirsiniz. İncitip derin yara izleri oluşturabilirsiniz. Üzerinde hastalık lekeleri, korku ürünü yanık işaretleri bırakabilirsiniz. Ama o ölmez, çünkü alt dünyadaki La Loba tarafından korunur.” Yönetmenliğini Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti’nin yaptığı Sibel filmi, masalla bir araya geldiğinde tamamlanan ve insana bambaşka kapılar açan bir film. Daha ilk sahnede elinde tüfek, ayağında kırmızı botlar ve boynunda kırmızı yemenisi ile, avlanan bir Sibel görüyorsunuz. Sibel bildiğimiz şekilde konuşmuyor, geçirdiği ateşli hastalık yüzünden küçük yaşta konuşma yetisini kaybetmiş ama Kuşköy’de yaşıyor ve oranın halkı gibi o da kuş dili ile, ıslıkla haberleşebiliyor. Onu o insanlara bağlayan belki de tek şey bu, çünkü onun “farklı” olması, onlar için “uğursuz” olduğu anlamına geliyor. Yalnızca Narin, köyün “yaşlı deli kadını” Sibel’e kucak açıyor, bir de babası -ta ki, Ali ile tanışana kadar.


Ama önce burada bir duralım. Yaşlı deli kadını bir yerlerden çıkarıyor gibisiniz, değil mi? Masallardan, filmlerden, kitaplardan. Yaşlı kadın arketipi, en eski ve en yaygın arketipflerden biri. Birçok farklı kültürde birçok farklı isimle bilinse de, aslında hep aynı kişidir: “Yuvası öyle bir yerdedir ki, orada kadınların tini ile kurtların tini karşılaşır (… ve o) akılcılığın dünyası ile mitosun dünyası arasında durur”. Narin’in aklı, hafızası gidip geliyor. O da Vahşi Kadın’a dokunmuş ama sevdiği adamı, Fuat’ı ya da bir diğer deyişle animus’unu, yani psişesinin eril gücünü ondan kopardıklarında tekrar ayağa kalkamıyor. Çünkü Vahşi Kadın “Ölmesi gerekene ölmesi, yaşaması gerekene yaşaması için izin ver” diyor, fakat Narin tıpkı ismi gibi, bu kaybın ötesine geçemiyor ve bir bekleyişte takılı kalıyor. “Fuat’ı gördün mü?” diye soruyor Sibel’i her gördüğünde ve ekliyor “Yakında gelecek”. Ama Fuat gelmiyor, gelen Ali oluyor.


Ali’nin Sibel’le ilk karşılaşması oldukça vahşi, dört ayağı üzerinde Sibel’in üzerine atlayan hayvani bir adam ve onunla boğuşup sonunda kurt için hazırladığı çukur tuzağının içine onu iten Sibel. Ali düşünce, bacağına çukurdaki bir kemik saplanıyor ve o anda, Sibel’in yolculuğu kökten bir değişime uğruyor. Sibel o zamana kadar sürekli ormana gidip kurdu arıyor çünkü, bulursa öldürecek ve ölüsünü köylülere göstererek onları bu beladan kurtardığı için tekrar aralarına kabul edilecek -en azından öyle sanıyor. Bu kemikle birlikte, aradığı kurdun belki de zaten ölü olduğunu düşünüp bu kez “kurt kemiklerini” toplamaya başlıyor. Tanıdık geldi, değil mi? Bunun ne anlama geldiğini artık biliyorsunuz, Narin de biliyor. Sibel’in ziyaretinde, çantada kemikleri gördüğü an haykırıyor: “Kurt bu, biliyorum!” ama durduruyor Sibel’i: “Söyleme onlara, inanmazlar, seni dinlemezler bile, “Gerisi nerede?” derler.”


Kemiklerin kalanını aramaya devam ediyor Sibel yine de ve ormanda geçirdiği süreler uzadıkça, Ali’yi sakladığı kulübede geçirdiği saatler de uzuyor. Ali’yle olmak güç veriyor Sibel’e, ondan cesaret alıyor. Bir akşam üzerine Narin’in “Fuat geldiğinde giyeceğim” dediği elbisesini geçirdiği gibi, köyün kızlarından birinin kınasına gidiyor. “Böyle olmaz” dediklerini duyuyoruz kadınların, Gelin Kayası’na gitmek, eskisi gibi -kurttan korkmadan- orada toplanıp eğlenmek istiyorlar. Narin’den biliyoruz orada neler olduğunu, şöyle anlatıyor: “O kadın ormanın kalbine girer tek başına, ateşi arar bulur. Sonra ormandan çıkıp gelin kayasına gelecek. Alevleri ta köyden gören tüm kadınlar efsunlanmış gibi kayanın dibinde toplanacak. Hepsi yukarda -tören başlayacak.” Fakat daha kapıdan ilk girişinde kardeşi Sibel’i görüyor, kolundan tuttuğu gibi dışarı atıyor, “Beni rezil ettin şu haline bak” diyor, herkesin önünde aşağılayıp kovuyor. Ve Sibel koşuyor, koşuyor, koşuyor, Ali’ye gidip ona saldırıyor. Üstelik Ali, umudunu yıkıyor: “Bunlar kurt kemikleri değil!” dediğinde Sibel’in koşusu ormanın içine doğru devam ediyor. Sırılsıklam kalıyor yağmurda, sonra dönüp yine Ali’de ısınıyor ama bu da çok sürmüyor, kardeşi bir adamla ormanda olduğunun dedikodusunu yayıyor ve Ali gidiyor.


Kim Ali? Kurt mu, animus mu? Fuat Narin için ne idiyse, Ali de Sibel için o ama bir farkla, Fuat gittiğinde Narin bir ölümün ardından yas tutmayı seçecek, Sibel ise daha da güçlenecek. Ali gitmiş, kızkardeşi ona ihanet etmiş ve babası ona sırtını dönmüşken, hiç beklenmeyen bir şey yapıyor Sibel: Tüfeği ilk kez evde bırakıyor, “köprüde” onu durduran babasına “Senin de diğerlerinden hiçbir farkın yok” diyor ve kulübeye gidiyor. Ali’nin kurtla karşılaşırsa diye verdiği odunu meşale yapıyor, Gelin Kayası’na çıkıyor, mağarada ateşi yakıyor. Ertesi gün kendi çıkardığı dedikodular yüzünden nişanı bozulup köylünün diline düşen kardeşini yataktan çıkarıyor, elinden sımsıkı tutup başı dik okul servisine götürüyor. Sözde namus derdiyle ona laf eten köylüye, filmin belki en can alıcı cümlesiyle karşılık veriyor: “Ne burada namus var, ne yukarda kurt”

Comments


Abone Olmak İster Misiniz?

Çemberime hoş geldiniz!

©2021, puderintorunu tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page