"Üç yüz elli dokuz'da kaybolmak"
- Puder'in Torunu
- 21 Kas 2021
- 2 dakikada okunur
- Bu yazıyı 10 Kasım 2020'de yazdım ve bir yıla yakın bir süre boyunca bir daha hiçbir şey paylaşmayacağımı bilmeden, eski blogumda paylaştım. Dünya dönmeye devam etti, ben taşlara takıldım çokça, uzattığı elinden tutup da hızına ayak uyduramadım. Bugün, miladıma bu kez daha yakınım -dünyaya sarıldım; dön dedim gönlünce, kendimi ona bıraktım. -
Sevgili Maria,
Ayağımda kışın habercisi yumuşacık terlikler, kucağımda yorgunluğumun merhemi çocukluk battaniyem, kulağımda bu dünyayı belki en doğru özetleyen şarkılardan biri ("It's a very very, mad world") ve cebimde biraz geç kalınmış bir selamla geldim sana. Biraz sallanıyor ve dönüyor dünya yine, bu kadarı bıraktığın gibi, ama artık sanki kendi kuyruğunu kovalıyor. Birileri fikrinden döndüğünde buralarda "Yüz seksen derece dönüyorsun hemen" derler, biliyor muydun? Hatta sıklıkla karıştırıp üç yüz altmış derece der insanlar da uyarır başkaları: "Olur mu hiç, öyle aynı yere geliyorsun zaten". O zaman, üç yüz altmış derece dönüp duran bu dünyadan yepyeni bir başlangıç beklemek niye? Ömrümün, üç yüz elli dokuzuncu derecesindeyim nicedir, hevesle aşıp geldiğim yolların son adımının beni yine aynı köşeye sıkıştırdığını görünce yollardan vazgeçtim. Üstelik ben durunca hiçbir şey olmamış gibi dönmeye devam etmesine de şu koca kürenin, ne yalan söyleyeyim, biraz içerledim. Yine de, bu son dereceme çiçekler, fidanlar diktim; küçük mucizelerin içeri girmesine izin verdim. Kapılarım apaçık, pencerelerim bu kez dışa doğru açılıyor. Perdelerim biraz daha kalın, kaçmak istersem içeriyi gizleyebilirim; fakat işte mutfağı sıcacık kek kokuyor evimin. Ben bu hissi bir yerden tanıyorum, ama nereden? Kitaplarımı inceliyorum gözlerimle yatağıma dayanıp, ikinci rafın ortalarına doğru dağılıp tekrar baştan başlıyorum. Ben belki o üçüncü raftan korkuyorum, belki bu bakışmalar bitsin istemiyorum, belki cevabı görmesem de biliyorum, belki bilmiyorum ve zaten bulmak için de pek bir çaba sarf etmiyorum; belki tüm soruların cevaplanmış olacağı bir geleceği, en kötü cevaptan daha karanlık buluyorum; belki hiçbiri değil de kendime kitaplardan labirentler inşa edip içinde bile isteye kayboluyorum, dünya beni bulamadığı sürece ben de çıkışı bulamamayı pek kafama takmıyorum. Bu cümlelerin mutsuzluk içermediğini anlayabilir mi birileri? Benim şimdi Viyana'da bordo koltuklu eski bir sinemada La La Land'i yüzümde kocaman bir gülümsemeyle izlediğim günleri hatırlayıp içimin kaloriferlerini köklememi garipserler mi? Ama dur, bunları düşünmek için çok erken. Ne çok cümlem evrende kayboldu ve nasıl da kimileri hiç beklemediğim anlarda insanların ruhuna kondu. Nefes alıyorum, ellerime rüzgar esiyor; iç çektiğimi buradan anlıyorum. Parmaklarımın hareketini hissetmeye odaklanıyorum yazarken. Siz sevgili insanlar, parmaklarınızı en son ne zaman hissettiniz? En son ne zaman bir hareketinizin vücudunuzdaki her yansımasını fark ettiniz? Ellerimi döndürüyorum havada, kulağımda "one more cup of coffee for the road" çalıyor, başım da harekete -yahut artık buna dans demeliyim, çünkü fark edip yavaşlatınca bedenin her hareketi dansa dönüşüyor- eşlik ediyor.
Odamdan dünyaya uzandım sana yazarken, dünyadan evime, evimden yine odama geldim ama başladığım yerde değilim; o halde şu kısacık yazıda haksız çıkıp da döngüyü mü yendim? Üç yüz altmış'a son 15; sana geldim.
コメント